Cezayirli boksör Imane Khelif ile başlayan Olimpiyatlarda translık tartışması bitmek bilmeyen bir nefret dalgasına evrildi ve bu konu üzerine bir şeyler söylemenin elzem olduğunu düşünüyorum.  

Tartışma, 1 Ağustos’taki boks maçında Khelif’in rakibi Angela Carini’yi 46. saniyede yenmesiyle başladı. Carini, “daha önce böylesine kuvvetli bir yumruk yemediğini, hayatını korumak için yarışmadan çekildiğini” açıkladı. Carin’in bu sözleri hemen sosyal medyada pusuya yatmış Elon Musk, J. K. Rowling gibi bazı ünlü TERF’leri ve Giorgia Melon gibi aşırı sağcıları harekete geçirdi. Khelif’in trans kadın olduğu iddiası bir anda her yeri sardı. 3 ağustos’ta Khelif ve Hamori arasında düzenlenen çeyrek finalde, Luca Anna Hamori de bu iddialara referans vererek antrenörüne “kazanamam o bir erkek” dedi. Sonrasında Carini Khelif’ten özür dilese de artık çok geçti.

Bu iddianın bunca köpürmesi, Khelif’in önceki yıl Uluslararası Boks Birliği’nden (IBA) testosteron seviyesi yüksek olduğu için yarışamaz kararı vermesinden ileri geliyor. Halbuki Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) böyle bir kararı olmadığı ortada. Khelif’e ve pek çok başka sporcuya uygulanan testlerin ne olduğu bilinmiyor, en azından açıklanmıyor. Durum bu kadar nesnellikten ve kanıtlardan uzakken, tabii ki transfobik spekülasyonlar moral bir panikle kapı eşiğinde beliriyor: “yoksa bir erkek miydi o kadına öyle vuran? Ne olabilirdi ki başka? Olacak iş değil!” Khelif, Olimpiyatlara gelene kadar maddi ve manevi ne çok zorluğu aşmak zorunda olduğunu, “antrenman yapacağı yere gitmek için hurda sattığını” açıklamak ve çocukluk fotoğraflarını basına vermek zorunda bırakıldı. 

Olimpiyatlarda ve genel olarak spor müsabakalarında trans kadınların/erkeklerin yarışması meselesi daha önce yüzlerce kez tartışıldı. Hatta Lia Thomas National Collegiate Athletic Association’un (NCAA) düzenlediği müsabakaları kazanan ilk trans kadın olmuştu. Thomas Paris Olimpiyatları’na katılmak için bu haziran’da trans kadınların yüksek derece yüzmede yarışmasını engelleyen yasağa karşı dava açtı. Ancak davayı kaybetti. Benzeri davalarla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkelesi (AİHM) “ayrımcılık kararı verebiliyor. 2021’de Caster Semenya testosteron seviyesini düşürmeye yönelik tedaviyi reddettiği için bazı yarışlardan diskalifiye edilmişti. Temmuz’da AİHM atletle ilgili ayrımcılık yapıldığına hükmetti.Öte yandan kendisini ring dışında trans erkek olarak tanımlayan, testosteron almayan ve uyum sürecine girmek istemediğini açıklayan, ama olimpiyatta kadınlar orta siklette yarışan Hergie Bacyadan da “XY kromozomlu kişilerin XX kromozomlu kişilerle karşı karşıya getirilmemesi gerektiğini” savunuyor. 

“Trans krizi” Khelif ile durmadı: Busenaz Sürmeneli’nin çeyrek finalde yenildiği Taylandlı rakibi Janjaem Suwannapheng ve hakkında Khelif gibi önceki yıl IBA’dan yarışamaz kararı çıkan Lin Yu-Ting de bu krizden nasiplerini aldılar. 4 Ağustos’ta Yu-Ting ve Svetlana Staneva arasında gerçekleşen müsabakayı Yu-Ting kazandı. Rakibi, Staneva ringden ayrılmadan seyircilere “kendisinin kadın olduğunu” belirtmek için X işareti yaptı. Özetle “daha kadın” görünen rakibini yenen non-binary, butch lezbiyen spektrumunda atanan kişiler “yeterince kadın görünmedikleri için” “cis-erkek” ilan edildiler. 

Konu trans olmakla kalmadı, interseks sporculara ve bu sporculara ayrı kategoriler açılmasının savunulmasına kadar ilerledi. Aşırı sağcı ve trans dışlayıcı pek çok kişi Olimpiyatlar için yarışan, hormon düzeyleri “farklı” görülen sporcular için DSD (Differences In Sex Development) kategorisinin açılması gerektiğini savunmaya başladı. İnter Dayanışma bu tartışmaya, Nazi Almanyası’nın yarıştığı yıllar dahil olmak üzere, spor tarihindeki pek çok sporcunun (1936’da Heindrich Ratjen, 1932-1936 Stanislawa Walaisewicz, 1964’te Ewa Kalobukoswka, 1996-2008 Edinanci Silva, 2000-2004’te Ewa Coimbra) intersks olduğunu açıklayarak yanıt verdi. Bu sporcuların çoğu hormon seviyeleri veya kromozomları “normun dışında” görüldüğü için şiddete maruz bırakılmış, kimliklerini açık etmeye zorlanmış, psikolojik baskıyla cebelleşmiş ve intihara teşebbüs etmişler. Sonuç olarak hormonlara ya da cinsel organlarla ilgili normatifin dışına çıkmayan, tüm çeşitliliklere insanların beyanı hariç matematiksel verilerle bakmaya çalışmanın insan hakları açısından ne kadar yaralayıcı olduğu ortada.

Khelif’in Cezayirli ve kahverengi olduğu için de bu tarz bir ayrımcılığa maruz kaldığı üzerine de konuşuluyor. Benzeri iddialar yıllar önce Serena Willimas, Brittney Grier gibi beyaz olmayan, spor alanında güçlü kadınlar için de gündeme getirilmişti. Zira, “kadın olma” “kadın gibi görünme” standartları tabii ki kolonyal ve beyaz olan kadınlar referans alınarak düzenlenmiş durumda. Olimpiyatlar ve spor müsabakaları toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıktan azade bir yer değil, hiçbir zaman da olmayacak. Yusuf Dikeç ve aynı alanda yarışan ve Dikeç gibi gümüş madalya alan rakibesi Vitalina Batsarashkina’nın kıyaslanma sebebi de bu: Dikeç’in tavrı “havalı” görülebilirken, rakibesinin benzeri tavrı “yanlış” addedilebiliyor. Imane Khelif ve onun gibi pek çok kadın canını dişine takarak, çalışıp çabalayarak bir yerlere gelmek için çabalıyor ve daha statülü birileri onu kendi kadınlık standartlarına, uygun göremediği için linç ediliyor. Bunun karşısında yetkili görülen IOC suya sabuna dokunmayan bir açıklama yapmaktan ileri gidemiyor. Sadece bunu görmek bile beyaz olmayan ve maskülen görünen bir kadına tüm dünyanın gözleri önünde neler yapıldığını fark etmemize olanak verecektir. Keza Imane Khelif 5 ağustos’ta yaşadığı zorbalığın insanları düşüncelerini ruhunu, aklını öldürebileceğini, insanları bölebileceğini belirten bir röportaj verdi. 

Bu tartışmaların Elon Musk, J. K. Rowling ve Rus medyasının olaya dahiliyetine bakılarak, muhafazakar sağ söylemle ve transfobiyle harlandığı aşikar. Türkiye medyasının da dezenformasyonda ve transfobide Rus medyasından aşağı kalır yanı yok. Paris Olimpiyatları’na halihazırda katılmayan Lia Thomas’ın fotomontajlı bir fotoğrafını sanki olimpiyatlara katılmış gibi haber yapıp “trans krizi”ni beslemeye devam ettiler. Haberin yalan olduğu ortaya çıkarıldı. Murat Ağırel gibi pek çok gazeteci de benzeri iddiaları dolaşıma sokmaya, krizi körüklemeye devam etti. 

Spor müsabakaları çok sert bazı medikal ayrımlarla belirlenen cinsiyet ve sağlık kriterlerine dayanıyor. Çok fazla ölçüm, standart var ve bu standartlar sahiden de hormon düzeyi standardın dışında kalan Khelif gibi kadınları ve erkekleri kapsamakta yeterli değil. Her ne kadar olimpiyatları ve spora dair bu kazanma hırsını anlayamasam da, kimsenin hormon seviyesi standardın altında diye ayrımcılığa maruz bırakılmasının karşısında durmalıyız.

Normatif beden algısının ve “cis-kadın alanlarına sızan trans kadınlar” söyleminin trans olmayan ve olan pek çok kadına zarar verdiği, onlar üzerinde bedenleri ya da hormonlarıyla ilgili bir şeyleri kanıtlama baskısı kurduğu ortada. Khelif trans bir kadın değil, peki olsa ne olur? Peki interseks olsa ne olur? İnsanları kutulara iteleyip, cinsiyetlerini açıklamak zorunda bırakmak yerine onları eşit şekilde spor yapmaya nasıl dahil edebileceğimizi konuşmak daha anlamlı olmaz mı? Hiçbir koşulun adil olmadığı, tüm sporcuların kendi disiplinleri dışında sosyo-ekonomik durumlarıyla da ne kadar antrenman yapabildiğinin ölçüldüğü bu delice sistemde tek sorun normatif bedenlere uymayan birileri mi sahiden? Geçmişle beraber düşününce, toplumsal değişim, spor alanında Nazi Almanyası’nın bile gerisinde kalmış görünüyor. 

İnter Dayanışma’dan Belgin Günay’dan bir alıntının altını çizerek bitirmek isterim: “Her cinsiyet karakteristiğinden insanın spor faaliyetlerine katılma ve yarışma hakkı var. Bunun nasıl daha adil şekilde yapılacağının yolu bu kişilerin önüne engel koymaktan değil, ikili cinsiyet sisteminin kapsayıcı olmayan ve işlemediği apaçık olan kurallarının herkes lehine gözden geçirilmesinden geçiyor.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir