Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’yi atıcılık branşında temsil eden sporculardan bir tanesi Rumeysa Pelin Kaya’ydı. Kahramanmaraş’ta dünyaya gelen ve henüz 24 yaşında olan Pelin, kariyerinin ilk Olimpiyat deneyimini elde etti. Aynı zamanda 6 Şubat’ta yaşanan depremden ailesi ve kendisi de etkilenen milli sporcu hızlı bir şekilde toparlanarak Olimpiyatlarda başarılı bir mücadele sergiledi.
Atıcılık branşı için henüz çok genç olan Pelin, özellikle 2028 Los Angeles Olimpiyat Oyunları içi çok büyük bir umut verdi.
Pelin Kaya ile kariyerine nasıl başladığı, depremden sonra yaşadıklarını, Olimpiyatlara hazırlık sürecini ve 2024 Paris’i nasıl geçirdiği konuştuk.
“Benim İçin 2028’in Antrenmanı Olacak Demiştim”
İlk olarak Olimpiyat sürecinizden konuşmak istiyorum. Paris 2024 sizin ilk Olimpiyat deneyiminizdi. Olimpik bir sporcu olmak nasıl bir duygu?
Gerçekten çok güzel bir duygu. Son 10 yılımı, tüm fedekarlıkları göstererek sadece bunun için harcadım. Tabii son 10 yıl diyorum ama bu 10 yıl içerisinde gençlerde yarışıyordum. Büyüklere ilk defa bu olimpiyat süreci için geçtim. Atıcılıkta büyüklerde yarışmadığımız takdirde Olimpiyatlara katılamıyoruz. Çünkü tüfek ve tabanca dediğimiz şeyler çok ağır. Gücünün yetmiş olması gerekiyor bu sporu yapabilmek için. Bu nedenle biz belirli bir yaştan sonra spora başlayabiliyoruz. Hatta birçok branşa göre çok geç yaşta başlıyoruz. Küçüklüğümden beri hayalini kurduğum tek şey Olimpiyat aslında. Uzun bir serüvenin arkasından buna kavuşmuş olmak beni inanılmaz gururlandırdı. Gençlik ve Spor Bakanlığı da benden kota beklediklerini söylediklerinde ‘Ben bu Olimpiyatlara gidebilirim gitmem bilmiyorum ama bu Olimpiyat benim için 2028’in antrenmanı olacak’ demiştim. çünkü benim asıl hedeflediğim 2028 Los Angeles, bu Olimpiyatlar benim için tamamen bir hazırlık ve tanışma süreciydi.
Yarışmalar Sizin İçin Nasıl Geçti?
Aslında başta baktığınızda olimpiyatlara gidiyorum gibi bir havaya bürünmemiştim. Normal bir yarışmaya gidiyor gibiydim. Gittiğimde de çok güzel antrenman skorları göstererek iyi bir performans sergilemiştim. Fakat yarışma başlamadan bir gün önce hiçbir şey beklediğim gibi gitmemeye başladı. Farkettim ki atmosferin gerçekten inanılmaz bir stresi varmış. Orada kendi akışımda değilmişim gibi hissettim. O kadar yoğun geçiyordu ki. Aslında gün içinde antrenman dışında bir şey yapmıyordum, günlük yaptığım her şey aynıydı. Ama çok farklı bir şekilde yorgun kalıyordum. Nasıl oluyorsa o yatağa yorgun giriyordum. Psikoloğumla sürekli görüşüyordum, o da yaşadıklarımın normal olduğunu söylüyordu.
Daha önce Dünya Kupaları gibi büyük organizasyonlara da katıldınız. Olimpiyatların diğer büyük organizasyonlardan farkı nedir?
Ben de başta farklı olmadığını düşünmüştüm. Gittiğimde bendeki anlamının ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Her yarışma bizim için çok önemli, en basit yarışma bile. Ama Olimpiyat başladığımızdan itibaren bütün profesyonel sporcuların hayali olduğu için bizdeki yeri bir Avrupa Şampiyonası, Dünya Kupası gibi değil, yeri çok farklı. Bu nedenle o ortama girdiğimde kendi kendime ‘bu da herhangi bir yarışma, aynı rakiplerimle yarışacağım. Defalarca yendiğim rakiplerim’ dedim. Ama yarışma günündeki stres tokat gibi çarptı. Çünkü Olimpiyatlarda mücadele edebilmek için yıllarımızı veriyoruz. Ailemizden, hayatımızdan birçok şeyi feda ediyoruz bu yüzden bizim için de çok değerli oluyor.
“En Önemlisi Rakiplerim Hak Ettiğimi Söylemesi”
Siz ilk Olimpiyat stresini çok genç yaşta deneyimlediniz. Bu sizin için bir avantaj olsa gerek. Çünkü atıcılık ileri yaşlarda da yapılabilen bir spor.
Evet zaten Olimpiyat’ta kendi branşımın en genç sporcularından birisiydim. Bizim branşımızda genellikle maksimum verim aldığımız yaşlar 30’dan sonrası diye adlandırılır. Çok nadiren genç yaşta olimpiyat madalyası alan sporcular var. Çünkü fiziken bir kuvvet ve duygusal olarak da olgunluk gerektiriyor. Genç yaşta bunlar zor. Yarıştığım insanlar mutlaka üç ya da dört olimpiyat görmüş oluyor. Onlarla orada mücadele etmek güzel bir duyguydu. Ve en önemlisi de ben kotayı aldığımda oradaki sporcuların ‘sen gerçekten kotayı hakettin’ demesiydi. Ben kotayı almadan 1 yıl önce bile sen kotayı alırsın demişlerdi. Hatta Avrupa Şampiyonası’nda kotayı aldığım yarışta Tokyo 2020’de mix takımda altın madalya kazanan İspanyol atıcı finalde rakibimdi. Biz finale giderken bana ‘sen çok iyi tüfek atıyorsun, bu kadar genç yaşta çok başarılısın’ dedi. Normalde bizim sporumuz çok daha gizlidir. Kişinin bütün bildikleri saklı kalır. Çünkü eğer bilinen sırlar kolaylıklar öğrenilirse biz birbirimizi geçeceğimiz için kimse hiç bir şey söylemez. Hedef sporlarının özellikle bu saklı kalır. Ama bu yaşta o insanlar tarafından taktir edilmek gerçekten beni mutlu etmişti. Kota almadan önce bile benimle ilgili böyle konuşuyorlardı.
Peki neden atıcılık? Bu spora nasıl başladınız?
Aslında ben futbolcuydum ve bir kulüpte oynuyordum. Ortaokuldayken okul takımında yer alıyordum. Okulda takımımız da komple bir kulübe yazdırılmıştı ve hepimiz kulüpte oynamaya başlamıştık. Ama ben futbolu bırakmak istedim. Çünkü benlik değildi. Yapamıyordum. Oynayabiliyordum evet ama hep bir şeyler eksikti. O dönem Adil Kul isminde beden eğitimi öğretmenim vardı bana ‘futbolu bırak ama sporu bırakma’ dedi. ‘Peki ne yapacağım’ dediğimde ‘ben sana bulacağım’ demişti. Bundan yaklaşık 1 yıl sonra, ben 7. sınıftayken Federasyonun yürüttüğü yetenek taramasına benzer bir projeyle Gençlik Spor İl Müdürlükleri’nde görevli kişiler sporcu seçmek için okulumuza geldi. Öğretmenim de beni söyledi. Ama ben poligonun nerede olduğunu bilmediğim için gidemedim. Bir sonraki yıl yeniden geldiklerinde öğretmenim yine beni söyledi ben de poligonun ben nerede olduğunu bilmediğimi söyledim. Meğerse evime 5 dakika yürüme mesafesinde koskoca atış poligonu varmış ve ben bunu hiç bilmiyormuşum. Biz poligona gittiğimizde 40 tane falan öğrenci vardı ve herkese birer atış yaptırıyorlardı. Sonra bana sıra geldi, ben de patlama sesinden korkuyordum. Onlar da bana ‘korkma, biz tutcağız seni’ dediler. Tüfeği omzuma koydular, onlar tüfeği tuttu ben sadece tetiğe bastım. Ben de gözlerim kapalı plağı vurmuşum. Herkes alkışladı beni. Tek hatırladığım şey bu. Böylelikle benim serüvenim başladı. Sonrasında tüfeği elime 1 yıl sonra aldım. Çok küçüktüm ve gereken fiziksel özellikler göstermediğim için sürekli kuvvet antrenmanları yaptım. Ki halen öyle, boyum 1.59. Aslında bu spor için herhangi bir fiziki özellik yok. Uzun ya da kısa olman gerekiyor gibi bir gereklilik yok ama kuvvetli olmak gerekiyor. Sporcular genellikle 1.60-1.70 boyunda ve kuvvetleri yerinde insanlar. Ama ben tam tersiydim, cılızdım. Küçüktüm, boyum kısaydı, zayıftım. Tüfeği kaldırabilecek kuvvetim yoktu. Zaten sonra yavaş yavaş tüfek atmaya başlayınca da ilk Türkiye yarışmama gittim ve orada Türkiye 3.sü oldum. Milli Takımdaki bir sporcuyu elemiştim, herkes çok şaşırmıştı. Ben de çok şaşırmıştım. Çünkü beklenilen bir performans değildi. Şansım yaver gitti birazcık diyelim.
Yetişkin bir insanın kullandığı ile küçük bir sporcunun kullandığı tüfek aynı tüfek değil mi?
Evet, kesinlikle aynı tüfek. Sadece bazı insanların reaksiyonu çok yavaş ya da bazılarının ki çok hızlı oluyor. Ona göre ağırlıklar artıyor. Zaten tüfeklerin ağırlığını 4 kiloyu geçiremiyorsunuz. Bir de arkasında bizim kundak diye adlandırdığımız ahşaptan oluşan kısım var. Kişinin fiziksel özelliklerine göre orası ayarlanıyor. Mesela benim kolum kısa olduğu için orası küçük. Dışardan baktığınız zaman benim tüfeğim daha küçük görünüyor. İnsanlar hemen bu tüfek farklı diye düşünüyor. Aslında öyle bir şey değil. Tüfeklerin bütün özellikleri hemen hemen aynı.
“Konuşamadığım Tek Konu”
Siz Kahramanmaraşlısınız. Şu anda da oradasınız. Depremi de yaşamış birisisiniz. Yaşadığınız travmatik anları tekrar yaşatmak istemiyorum ama depremden çok kısa bir süre sonra Dünya Kupası’na katılıyorsunuz. Yaklaşık 1buçuk yıl sonra da Olimpiyatlara katılıyorsunuz. Kendinizi tekrar motive edip yeniden ayağa kalkıp müsabakalara katılma süreciniz nasıl oldu? Bunu nasıl başardınız?
Aslında Maraşa gelip o depremi yaşama anım da bir yarışma sebebiyleydi. Benim kulübüm de Maraş olduğu için biz her 12 Şubat Maraşın Kurtuluş Bayramına denk gelen haftalarda yarışma düzenleriz. Ben de hem ailemi ziyaret etmek hem de antrenman yapmak için erken geldim. Geldiğimiz günden bir gün sonra deprem yaşadım. Çok korktum gerçekten. Evimizin zaten bir kısmı uçtu ve dışarı çıktığımızda birçok komşum enkazın altındaydı. Onların bağrışları ve ailemi kurtarma çabası… Aslında bunu pek anlatmadım. Verdiğim röportajlarda da konuşamadığım tek konu buydu. Çünkü anılarımın hepsi çok canlı. Ama bunlardan kurtulmamın sebebi 20 gün sonra Dünya Kupası yarışına katılmamdı. Aslında Biz gidemeyeceğimizin haberini almıştık aslında. Genel Müdür Yardımcımız Murat Kocakaya depremden birkaç gün sonra ailemle birlikte kaldığımız çadıra ziyarete geldi. Bana ‘Biz seni yarışmaya göndereceğiz’ dedi, ben de ‘yarışmaya falan gidemem, ailemi yalnız bırakamam moral olarak çok düşüğüm’ dedim. Çünkü evimiz yıkılmıştı. Ailemin ne giyecek kıyafeti, ne yiyecek yemeği vardı. Arabamızda benzin bile kalmamıştı.Durum o kadar kötü ve çaresizdi. Onlar da ailemi beraberimde getirebileceğimiz söylediler. ‘Ailem benimle Kocaeli’ne gelip orada konaklayabilirlerse düşünebilirim’ dedim. Bana ‘Senden madalya beklemiyoruz, git kafan dağılsın ortamın değişsin’ dediler. İç İşleri Bakanlığı TOHM’u depremzedelere açmıştı. Ben de Müdürümüzle ailemi getirmek için iletişime geçtim, onlar da kabul etti. İnterneti kullanamadığımız için uçak biletilerini TOHM’dan arkadaşlarım alabildi. Biz böylelikle ailemle Kocaeli’ne gittik. 10 gün sonra da ben Katar’a gittim.
O süreçte 7 yıldır çalıştığım psikologumla çok görüştüm. Hem psikologumla sık görüşmenin hem de deprem bölgesinden erkenden ayrılmanın, ortam atmosfer değişikliğinin katkısı oldu. Katar’a gittiğimizde otelin 21. katında kaldık. Bir gece nefes alamayarak uyandım, en son hatırladığım şey o, sonrasında galiba bayılmışım. Çünkü çok yeni yaşadığım bir olaydı. Bunları kimse bilmiyor kimseye anlatmıyordum, ilk defa size söyledim. Ertesi gün yarışmam vardı, ben gece uykumdan uyanıp nefes darlığı çekiyordum. Gittiğim yerde 27. Katta kalmak da çok büyük zorluktu. Bina içerisine girerken dizlerimin bağı çözülüyordu. Sürekli yanımda birilerini istiyordum, yalnız kalmak istemiyordum. O yüzden takım arkadaşlarım da bizim odamızda otuyorlardı. Aslında bunları aştım demek doğru olmaz çünkü ben hala Maraşı ziyaret edemiyorum. Evimiz yıkıldığı ve hala evimiz olmadığı için şu anda ablamın evinde kalıyoruz. Buraya geldiğimde ilk birkaç gün uyuyamıyorum. Geceleri korkuyorum, küçük bir gürültüde çat diye uyanıyorum. Çok basit bir uykum var, tık dese bir şeyler uyanıyorum. Ama İzmit’e Kocaeli’ne gittiğimde böyle olmuyor. Buraya geldiğimde bilinç altımda hala bir korku yer alıyor. Tam olarak aşabilmiş sayılmam.
“Spor Psikolojisi Çok Önemli”
Çok zorlu bir süreç gerçekten. Diyecek kelime bulmak zor..
Benim çok kontrollü olduğumu söylerler. Aslında yarışmalardan önce ben inanılmaz stresli hissederim. Ama insanlar bana ‘sen nasıl bu kadar sakin tüfek atıyorsun’ der. İçimde ne savaşlar veriyorum bir bilseniz. Sadece yaşadığım birçok şeyi içeride kolaylıkla halledebiliyorum. Bunun da nedeni spor psikoloğuyla çalışmak olduğunu düşünüyorum. Çünkü onunla inanılmaz bir bağımız var. Birbirimizi çok iyi anlayıp hissedebiliyoruz. Gerçekten sporda psikoloji çok önemli.
Tam onu soracaktım aslında siz de bahsettiyordunuz, spor psikoloji, spor psikologları çok daha yeni sporcuların kadrolarına dahil olmaya başladı. Siz de bi spor psikologu ile çalışmanın avantajını çok yaşamışsınız anlaşılan.
Evet. Hatta Olimpiyat köyünde görev alan psikologla bunun hakkında konuştuk. Bana ‘birbirinize bu kadar bağlanmış olmanız inanılmaz, çünkü insanı bırak sporcu kolay kolay böyle teslim olmaz, bunu yapabilmiş olmak gerçekten psikologun için büyük bir gurur’ demişti. Gerçekten çok farklı bir bağımız var kendisiyle.
O zaman Olimpiyat Komitesi’nin size sağladığı bir psikolog var, öyle mi?
Olimpiyat Komitesi büyük organizasyonlarda yanına her türlü destek elemanını getiriyor. Özellikle Olimpiyat gibi bütün branşlar birlikte gittiğimiz organizasyonlarda farklı branşlardaki sporcularla çalışan psikologları kadroya dahil ediyorlar. Ama onun haricinde Federasyonlar da kendi özel psikologlarını, isterlerse, bilgi vererek yanlarına dahil edebiliyorlar.
Atıcılık branşı çok bildiğimiz bir branş değil. Neler yapıyorsunuz çok takip edemiyoruz. Sizden biraz çalışmalarınızı nasıl, nerede sürdürüyorsunuz onu dinlemek isterim.
Atıcılık savaşı temsil eden bir şey olduğu için markalar bize sponsor olamıyor. Aslında okçuluk da aynı şekilde bunu yaşıyordu. Fakat Mete’nin aldığı altın madalyayla birlikte bunu biraz kırmış oldular. Biz de bu Olimpiyatlarla birlikte Yusuf abi bunu epey kırdı. Öncelikle bunu söylemek isterim. Onun dışında nasıl hazırlanıyoruz diye sorarsanız şöyle, genel olarak reaksiyonumuzu kuvvetlendirmek için çok reaksiyon antrenmanları yapıyoruz, özellikle masa tenisi oynamak ya da bazı ışıklı reaksiyon oyunları gibi. Bizim teknik antrenman diye kastettiğimiz şey kendi pozisyonumuzdur. Her atıcının bir duruşu vardır. Bunu dışardan bakan insan pek anlayamaz ama bizim ayağımız bir milim bile değişse bazı pozisyonlara rahat giremeyiz. Teknik antrenmanlarımızı biz kuru tetik diye adlandırıyoruz. Antrenmanda aynı atış yaparmış gibi her şeyi yapıyoruz ancak atış yapmıyoruz. Bunu genellikle haftada 3-4 gün tekrarlıyoruz. Onun haricinde Fitness antrenmanlarımızı çok yapıyoruz. Genel olarak tüm kas gruplarını çalıştırıyoruz fakat sadece göğüs kuvvetlendirmiyoruz. Çünkü göğüzümüz tüfeği koyduğumuz yer olduğu için tüfeğin hep doğru oturması gerekiyor. Biz burayı kuvvetlendridğimizde kası ne kadar hangi açıda büyüttüğümüzü anlayamayacağımız için hiçbir şekilde orayı kuvvetlendirmeyiz. Hareketli hedeflere attığımız için bizim göz kaslarımız da çok çalışıyor. Benim kendimi geliştirmek için yaptığım şeylerden, psikologun en çok yardım olduğu noktalardan bir tanesi ben meditasyon ve yoga. Çünkü sakin kalmak, kendini kontrol edebilmek sporcular için çok önemli. Bunu yapabilmek de biraz eğer hareketli ve neşeli biriyseniz sizin için gerçek hayatta yapmak çok zor. Nefesi kontrol edebilmek için nefes egzersizleri, odaklanma egzersizleri yapıyorum.
“İlk Hedef Dünya Şampiyonluğu Sonra da 2028 Los Angeles”
Sizin şu an yaptığınız tek meslek bu değil mi? Ekstra bir mesleğe ihtiyaç duyuyor musunuz?
Aslında ekstra bir mesleğe ihtiyaç duymak derken şu an günümüzde bu sporu yapmak çok pahalı. Özellikle bizim shotgun dediğimiz plak atışları yapmak çok pahalı. Bunun için tabii ki iyi bir meslek ve iyi bir kazanç sahibi olmak gerekiyor, eğer milli bir sporcu değilseniz. Milli sporcuysanız da, aslında bu bütün branşlar için geçerli olduğunu düşünüyorum, kişisel hayatımızı kazanacak kadar maddi getirisi oluyor mu diye sorarsanız tabii ki madalya aldıkça para alıyoruz ama sonuç olarak sürekli gelen bir para değil ya da sürekli başarı gösterebileceğinin garantili değil. Bu sene dünya şampiyonu olabiliriz ama bir sonraki sene şampiyon olmama ihtimali herkesle aynı.
Bundan sonraki hedefleriniz neler?
Benim için şu anda ilk öncelikli hedef biraz dinlenmek. Çünkü Olimpiyat süreci beni çok yordu. Geçen sene Aralık ayından Olimpiyat’a kadar hep müsabakalarım vardı. Dünya Kupası dünyanın en iyi 12 sporcunun yarıştığı bir organizasyon. Olimpiyat’ta 30 kişiyle yarışıyoruz o yüzden Dünya Kupası finalleri bizim için daha zor geçiyor genel olarak. Oraya davet edilebilmek için aralıksız yarışmalardayım. Başka branşlarda milli takımda yer aldığıysanız bir sonraki yıl da milli takımdaki yeriniz garantidir. Ama bizde öyle değil. Biz de Türkiye’deki yarışmalara sürekli katılmak zorundasın ki seneye yeniden milli takımda olabil. Yani kötü olmak için tek bir şansımız dahi yok. Bir kere mazeretli yarışmaya katılmasan bile ceza puanı yiyorsun ve toparlayana kadar süründürüyor.
Biraz dinlendikten sonra da sıkı bir çalışmaya başlayacağım. 2025’teki Dünya Şampiyonası’nda şampiyon olmayı hedefliyorum. İlk öncelikli hedefim o. Onun dışında ilk iki seneyi bir değerlendireceğim. Yoğun çalışma sürecine gireceğim. O iki yıl içerisinde herhangi bir dünya madalyası aldıktan sonra tek hedefim de 2026’daki Avrupa Oyunları, zaten Türkiye ev sahipliği yapacak. Ayrıca Dünya Şampiyonası Avrupa Şampiyonası’nda yarışmak istiyorum. Los Angeles 2028 için daha uzun vadeli bir çalışma istiyorum.