Milli voleybolcu Ebrar Karakurt’un adını Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda çok duyduk. Voleybol sporunu yakından takip edenler kendisinin zaten farkındaydı ve kıymetini biliyordu. Fakat ne zaman ki Ebrar yaptığı iş dışında, cinsel yönelimiyle ve oynadığı reklamla gündeme geldi işin rengi o noktada değişti. Önce bazı sosyal medya kullanıcıları aynı takımın oyuncusu olan Eda Erdem’in Ebrar’a göre “kadınsı” olduğunu söyleyip, ileriye doğru uzattığı parmağı ve savrulan saçıyla defalarca gördüğümüz o kararlı fotoğrafını paylaşarak altına; “Eda Erdem bu reklam için daha uygun olmaz mıydı?” yorumlarını yaptılar. Eda Erdem ile Ebrar Karakurt’un kaba bir karşılaştırmasına maruz bıraktılar bizleri. Birçok kişi kötü örnek olduğunu ileri sürerek Ebrar’ı farklı yollardan zorbaca taşladı. Ardından iletişim profesörü beyefendi Ali Atıf Bir, erkek egemen bir algıyla, muhafazakâr değerlere meydan okuduğu gerekçesiyle Elidor markasını hedef göstererek eşcinselliği savunduğunu iddia etti. Son olarak da Cübbeli Ahmet Hoca adıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü de meseleyi başımıza taş yağacak şeklinde yorumladı. Fakat ülkemin güzel insanları nefis tepkiler vererek iki yorumu da boşa düşürmeyi başardı.

Eda Erdem Dündar

Ben tüm bu hikâyeyi baştan almak isterim, her şeyin en başından.

O kadar baştan almak isterim ki reklam-kadın ilişkisine değinmeden geçmek istemem mesela. Moda fotoğrafçılığı ve reklam dünyası kendi estetik geleneklerini yaratan alanlar. Hayatımıza gazetelerin, broşürlerin, reklam afişlerinin ve elbette televizyonun girişiyle kadın bedeni bir forma sokuldu. Güzellik algıları 90-60-90 olan kusursuz bir bedene göre şekillendirildi. Uzun saçlı, güzel vücutlu, muntazam yüz hatları olan kadınlar televizyonlarda, gazetelerde “olması gereken” olarak boy gösterdi. Şimdi ise bir şirket çıkıyor ve bu kalıplara hiç uymayan bir voleybolcuyu, üstelik saçları kısacık olan bir kadını şampuan reklamında oynatıyor. Peki Ebrar bu çizilen şablona oturmuyorsa, klasik algıya hizmet etmiyorsa Elidor tam olarak ne yapıyor?

Ben Elidor’un bu tavrını Clarissa P. Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabının 7. bölümü olan, kalıplaşmış güzellik algısının sıkı bir eleştirisi olan “Neşeli Beden: Vahşi Et” ile birleştiriyorum zihnimde. Estés, Latin geleneğinde “eski ve kalıplaşmış öyküleri toplayan ve saklayan kişi” unvanına sahip. Okuyucusuna bir kadının doğumundan ölümüne dek karşılaştığı ve karşılaşacağı tüm zorlukları mitolojik öykülerle harmanlayarak müthiş bir yöntemle aktarıyor bu kitapta. Estés çalışmasının 7. bölümünde çeşit çeşit hikâye ile destekleyerek bize tek bir şey anlatır aslında: “Tek bir güzellik ve davranış idealine uyan huy, tavır ve çerçevelere sokulmaya çalışılan kadınlar hem beden hem de ruh açısından tutsak düşer ve bir daha özgürleşemezler” (s.222). Tüm dünya düzeni bu cümlenin aksi anlamına inşa ediledursun Elidor, onlarca yıldır güçlü ve uzun saçlara sahip her daim hazır ve nâzır, hep gülümseyen hiç yorulmayan kadın figürünü değiştiriyor. Arzu nesnesi haline getirilen kadın bedeninin “olması gerekenden” farklı haline asla tahammül edemeyen insanlar elbette Ebrar’ın Elidor reklamında oynamasını sindiremiyorlar. Zira toplumsal cinsiyet kalıp yargıları kadınların kadınsı olmasını ister, maskülen tavırlar özellikle bizim toplumumuzda kabul görmez, sevilmez hatta yadırganır. Çünkü farklıdır. Bu fark o kişinin karakterini de yansıtsa, onun varoluşunu da özetlese fark etmez. Bilinmez korkutur ve alışılmışın dışındaki her şey tehdit unsuru olarak algılanır.

Bu durum da ister istemez Orta Çağ Avrupa’sındaki tiyatronun derin uykusundan uyanış sürecini hatırıma getiriyor. Tiyatro kuramcılarının geneli bu dönemi karanlık çağ olarak ansa da Özdemir Nutku Dünya Tiyatrosu Tarihi kitabında tiyatronun uyanışı olarak adlandırır. Orta Çağ’ın en başında tiyatrodan söz etmek mümkün değildir fakat yönetimde olan kilise kendi öğretilerini yaymak için tiyatroyu araç olarak kullanmaya başlar. Yürürlükte olan düzenin bozulmaması için yeniye ve farklı olana kapılarını sıkı sıkıya kapatan bu dönemin yöneticileri modernizme karşıdır. Yönetimde ya da günlük yaşamda herhangi bir radikal değişiklik önerisinde bulunmak bile cezalandırılma sebebidir. Peki neden? Çünkü güvenli alanlarından çıkmak istemezler, sıra dışı şeyler onları ürkütür. Bu yüzden insanlar ertesi gün neye uyanacağını bilmek ister. Resmi topluca okuduğumuzda da aslında milyonlarca yıldır var olan eşcinsellik kavramından bugün de korkan bir grup insanın kaygısının, Orta Çağ’da kilisenin tiyatrodan korkmasına ne kadar da benzediğini görmek zor değil. Fakat meraklısı olursa, Orta Çağ’da tiyatro zaman içerisinde neye evirildi bir bakın derim. Zira Orta Çağ’dan sonra hemen Rönesans gelir, tüm görkemiyle kapıya dayanır.

Ebrar Karakurt

Konunun başına tekrar dönecek olursam, Estés bu kıymetli çalışmasının 7. bölümüne gözlemlediği kurtları anlatmakla başlar. Şişman, sıska, uzun bacaklı, kuyruğu kesik ya da kırılmış bacağı çarpık şekilde kaynamış bu kurtlar kendine has üslubuyla bedenlerini birbirine uydurur ve aynı ritmi yakalamayı başarırlar. Hepsinin güçleri, beden yapıları ve güzellikleri farklıdır. Kim nasılsa öyle yaşar ve olmadıkları şeyi olmaya çalışmazlar (s.222). Bu noktada yazar, kuzey topraklarında gözlemlediği 3 bacaklı bir kurdun, diğer 4 bacaklı kurtların geçemediği buz sarkıtlarıyla dolu bir yarıktan nasıl da çeviklikle geçebildiğini, bunun ona bir özellik yüklediğini, hızlandırdığını ve atikleştirdiğini söylüyor. Farklılığı onun karakteristik özelliği oluveriyor. Ebrar da bu hikâyedeki kendine has kurda benzemiyor mu? Günün modasına uymadığı için kabul edilemeyen tarzı, güçlü smaçları, sempatik tavırları, kısacık saçlarıyla nevi şahsına münhasır bir karakter. Ne yaptığını bilen, işini ciddiye alan, hırslı ve en güzeli de gelen tuhaf eleştirilere aldırış etmeyen genç bir kadın. Bu özelliklerini de reklamda şu güzel replikle taçlandırıyor: “Elidor reklamında kısa saçlı kız mı olur dediler, dedim olabilir.” Evet! Olabilir, çünkü inanır mısınız kısa saçlı kadınlar da şampuan kullanır.

Başarılı voleybolcunun şimdilerde yurtdışında oynama hayalini gerçekleştirdiğini biliyoruz. İtalya’ya transfer olan Ebrar şimdiden Türkiye voleybolunun bir ikonu haline geldi bile. Bu yetenekli voleybol oyuncusunun 21 yaşında yakaladığı muazzam başarılarını konuşmak ve bununla gururlanmak yerine kız arkadaşıyla paylaştığı fotoğrafı ya da sıra dışı tarzını konuşmayı tercih etmek saygısızca ve üzücü geliyor bana. Yazımı Estés’in tüm bu süreci özetleyen bir cümlesini paylaşarak bitirmek isterim: “Tek bir ötücü kuş türü, tek bir çam ağacı türü, tek bir kurt türü olamaz. Bir tür bebek, bir tür adam, bir tür kadın olamaz. Bir tür göğüs, bir tür bel, bir tür ten olamaz.” (s.225)

Ebrar’a bakınca ben yetenekli, cesur, hırslı, başarılı ve eğlenceli bir sporcu görüyorum, peki siz ne görüyorsunuz?

Kaynakça

Estés, Clarissa Pinkola, 2017, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Ayrıntı Yayınları: İstanbul

Berber, Levent, 2010, Günümüz Moda Fotoğrafçılığının Sinematografik Üretime Etkileri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 9 Eylül Üniversitesi: İzmir

Nutku, Özdemir, 1971, Dünya Tiyatrosu Tarihi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları no. 207: Ankara

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Diğer Haberlere Göz Atın

“Bayanlar” Liginden “Kadınlar” Ligine Yolculuk

Gerçekliğini uzun süredir koruyan fakat benim ancak yakınlaştığım bir şey oldu kadın…

Regl Sporun Neresinde?

Geçtiğimiz günlerde BBC’de yer alan bir haberde İngiltere’de yayınlanan rapora göre regl…

Sahanın Ardında Olan Kadın Antrenörlerin Eşit Katılım Sorunu Ve Göstermek Zorunda Olduğu Mücadeleler

Olimpiyatlara katılan kadın ve erkek sporcuların eşit katılım sorununu ele aldıktan sonra…

2023 Spor’da Nasıl Geçti?

2023 yılı pek çok insan için olduğu gibi spor dünyası için de…