Bu yazı, kadınların spordaki görünürlüğünün yalnızca sayısal artışla değil; bu görünürlüğün ne zaman, nasıl ve hangi koşullarda mümkün kılındığıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Kadın sporcuların spor faaliyetlerindeki niceliksel artışı, görünürlüğü ve eşit temsili garanti etmez. Tam tersine, eşitsizliğin daha rafine biçimlerini görünmez hâle getirebilir.

Geçmişte spor, yalnızca fiziksel bir faaliyet değil; toplumsal kimliğin pekiştirildiği bir alan olarak işlev görüyordu. Erkekler için bu alan, yurttaşlık, askerî güç ve sosyal statüyle doğrudan ilişkiliydi. Spor, erkekliğin kamusal alandaki temsil biçimlerinden biriydi; bu temsil, zamanla doğal ve sorgulanmaz bir görünüme büründü. Kadınlar ise bu temsil sisteminin dışında bırakılmıştı. Spora katılımları ya sınırlı ritüellerle çerçevelendi ya da bizzat sporla özdeşleştirilen kamusal varoluş biçimlerine erişmeleri engellendi. Bu dışlanma, zamanla görünürlüğe dönüşerek eşitlik yaratılmaya çalışılsa da yapısal olarak değişmedi: Kadınların spordaki varlığı, toplumsal cinsiyet normları ile çerçevelenmeye devam etti.  Zarafet, ölçülülük ve annelikle uyumluluk gibi değerler, bu varlığı meşrulaştırmanın başlıca yolları oldu. 

Bugün kadınlar ve erkekler biçimsel olarak aynı oyun/yarış sistemine dahil olmuş görünseler de bu eşitliğin simetrik bir temsil yarattığını söylemek hala çok zor. Aynı yarışa katılıyor olmak, aynı şekilde temsil edilmek anlamına gelmiyor. Çünkü erkekler için spor artık bir kimlik gösterisi değil, bir norm halini almış durumda. Onların spor alanındaki varlığı olağan, sıradan ve açıklamaya gerek duyulmayan bir hâle geldi. Oysa kadınlar için spor hâlâ bir temsil yükü taşıyor.

Kadın sporcular yalnızca performanslarıyla değil, alışılageldiği gibi, sıklıkla, kadınlıklarıyla birlikte değerlendirmeye alınırlar. “Anne olmasına rağmen”, “erkeklerle eşit şartlarda yarışmasına rağmen”, “kadın gibi değil, erkek gibi” ifadeleri medyada hâlâ sıklıkla yer bulur. Kadın sporcu temsili, performanstan çok kimliğin sınırlarını çizme işlevi görür. Amerikalı atlet Allyson Felix’in doğum sonrası yarışlara dönüşünde olduğu gibi: Medya, onun atletik performansından çok “anne olarak” başarı göstermesini ön plana çıkardı. Böylece kadın kimliğinin normatif boyutları, sporculuğun önüne geçmişti.

Bu durum, görünürlükle eşitliğin her zaman örtüşmediğini gösterir. Kadınlar artık daha çok sahnedeler, evet. Ama o sahneye hangi kostümle, hangi repliklerle ve hangi ışık altında çıkacaklarına çoğunlukla başka yapılar karar veriyor. Aynı yarışa dahil olmak, aynı hikâyeyi anlatmak anlamına gelmiyor. Serena Williams’ın kariyeri bu noktada ilk akla gelecek örneklerden biri olacaktır. Sporcunun saha içi başarıları kadar, kıyafet tercihleri, ten rengi, öfke ifadeleri gibi detaylar da medya tarafından kadınlık sınırları üzerinden çokça değerlendirildi. Böylece Serena Williams’ın sporcu kimliği kadın kimliği sınırları ile birlikte ele alındı.

Credit: moodboard/Adobe Stock

Son yıllarda kadın sporcuların sayısında önemli bir artış gözlemleniyor. Uluslararası turnuvalardan yerel yarışmalara kadar her düzeyde niceliksel bir büyümeden söz edebiliriz. Ancak bu artış, eşitlik ya da temsilde adalet anlamına mı geliyor? Ne yazık ki hayır. Katılımın artması, her zaman görünürlüğün ya da eşit temsilin arttığı anlamına gelmiyor. Görünürlük, yalnızca var olmakla değil; nasıl, ne zaman ve hangi biçimlerde görünür olunabildiğiyle ilgilidir.

Eğer görünürlük, yalnızca belirli değerlerle uyumlu olan başarı öykülerine verilmiş bir ayrıcalıksa; eğer destek, belli cinsiyet normlarına uyumu ödüllendiriyorsa; o zaman niceliksel artış, yüzeysel bir eşitlik yanılsaması yaratabilir. Katılımın artışı, bu yapısal eşitsizliklerin üstünü örten bir perdeye dönüşebilir.

Dolayısıyla bugün eşitlik yalnızca “kaç kadın var?” sorusuyla değil, “bu kadınlar nasıl temsil ediliyor?” ve “ne zaman konuşulmaya değer bulunuyorlar?” sorularıyla birlikte düşünülmeli. Gerçekten eşitlikçi bir yapıdan söz edebilmek için hem sayısal hem yapısal görünürlüğü birlikte değerlendirmek gerekir.

Eğer geçmişte spor erkek kimliğini pekiştirme aracıydıysa — ve bugün bu işlev doğal, sorgulanmayan bir zemine oturduysa — kadınlar için bu işlev neden hâlâ sürüyor? Kadın sporcular neden hâlâ yalnızca atletik kimlikleriyle değil, aynı zamanda cinsiyet normlarıyla birlikte temsil ediliyor?

Gerçek eşitlik, yalnızca kuralların eşit olması değil; temsilin, beklentinin ve algının da eşit koşullarda kurulmasıyla mümkün olabilecektir.

IOC Medya Yönergesi ve Temsil Politikaları: Biçimsel Bir Müdahalenin  Yapısal Önemi

Kadın sporcuların spordaki varlığının yalnızca sayı ile değil, bu varlığın nasıl temsil edildiğiyle birlikte düşünülmesi gerektiği önceki bölümün tartışma konusunu oluşturdu. Görünürlüğün yalnızca “var olmak” değil; ne zaman, nasıl ve hangi biçimlerde mümkün kılındığıyla ilişkili olduğu ortaya konuldu. Bu bağlamda, güncel ve nitelikli bir müdahale örneği olarak öne çıkan Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) hazırladığı 2021–2024 dönemi Media Portrayal Guidelines (Medya Temsili Yönergesi) bu bölümünün inceleme konusunu oluşturacaktır.

Media Portrayal Guidelines belgesi, yalnızca “nasıl olmalı” sorusuna yanıt vermekle kalmaz; medya temsilinde cinsiyet eşitliği sağlamak için somut örnekler, karşılaştırmalar ve doğru/yanlış cümle eşleşmeleriyle uygulamaya dönük bir rehberlik sunar. Bu yönüyle belgenin biçimsel yapısı da dikkate değerdir. Yönerge, üç temel başlık altında yapılandırılmıştır: The Context (Bağlam), The Practice (Uygulama) ve Take an Action (Eyleme Geç). Bu yapı, hem kavramsal hem de eylemsel düzeyde medya üreticilerine kılavuzluk eder.

The Context  başlıklı ilk bölüm, IOC’nin cinsiyet eşitliği politikalarının medya temsiline yansıma biçimlerini kuramsal bir çerçeveyle sunar. IOC’nin Gender Equality and Inclusion Framework gibi önceki girişimleri bağlamında konumlanan bu bölüm, sporda cinsiyet temsiline ilişkin medya içeriklerinin sıklıkla bilinçsiz önyargılar, alışkanlıklar ve varsayımlar doğrultusunda şekillendiğini belirtir. Bu durumun özellikle kadın sporcuların daha az görünür olması, başarılarının farklı ölçütlerle değerlendirilmesi ve geleneksel toplumsal rollere indirgenmesi gibi sonuçlara yol açabileceği vurgulanır. Bölümde, sporun toplumun tüm kesimleri için kapsayıcı bir alan olması gerektiği ifade edilirken, medya üreticilerinin temsile dair sahip oldukları sorumluluk da açık biçimde tanımlanır. Bu bağlamda belge, temsilde cinsiyet önyargılarını görünür kılmayı ve medya içeriklerinde daha bilinçli, eşitlikçi tercihler yapılmasını teşvik etmeyi amaçlar.

The Practice başlıklı ikinci bölüm, sporda cinsiyet temsiline dair önyargıların nasıl aşılabileceğine odaklanır ve medya içeriklerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla adil ve dengeli temsil pratiklerinin benimsenmesini amaçlar. Bu bağlamda bölüm, içerik üretimi sürecine dâhil olan tüm aktörlere yönelik somut öneriler sunar. İçerik ve editoryal tercihlerde, kadın sporcuların yalnızca “ilham verici” ya da “dramatik” anlatılarla değil, sporcu kimliklerini merkeze alan, çeşitlendirilmiş ve bağlamsal temsillerle sunulması gerektiği belirtilir. Görsel tercihlerde ise, kadın bedeninin cinsiyetli bir bakışla sunulmasından kaçınılarak, atletik performansı merkeze alan aktif ve saygılı görsellerin kullanılması önerilir. Dil ve terminolojiye ilişkin olarak, cinsiyetçi ifadeler yerine eşitlikçi bir söylem geliştirilmesi gerektiği vurgulanır. Belgenin bu bölümünde yer alan örneklerden biri dikkat çekicidir: “She’s the next Michael Phelps” gibi ifadelerin yerine “She’s an extraordinary athlete” gibi bireysel başarıyı cinsiyet dışı bir anlatımla öne çıkaran ifadeler önerilir (International Olympic Committee [IOC], 2021, p. 14). Ayrıca yayın süresi ve haber kapsamı açısından kadın ve erkek sporcuların görünürlüğü arasında denge kurulmasının, eşit temsilin niceliksel ve niteliksel boyutlarıyla sağlanmasına katkı sunacağı belirtilir. Röportajlar ve yorumlarda ise kadın sporcuların özel yaşamları, duygusal halleri veya ailevi rolleri yerine sporcu kimliklerine, stratejik yaklaşımlarına ve bireysel hedeflerine odaklanılması gerektiği ifade edilir. Tüm bu ilkeler, yalnızca temsili iyileştirmeyi değil, spor medyasının dilsel ve görsel kodlarının cinsiyet eşitliğini gözeterek yeniden yapılandırılmasını amaçlar.

Take an Action başlıklı son bölüm, önceki bölümlerde ortaya konan adil ve eşitlikçi temsil ilkelerinin yalnızca öneri düzeyinde kalmaması, kurumsal pratiklere dönüşebilmesi için uygulanabilir stratejiler sunar. Bu bölüm, medya içeriklerinin üretim ve yayım süreçlerinde sistematik dönüşüm sağlamak amacıyla içerik takibi, kurumsal politika geliştirme ve eğitim uygulamalarını gündeme getirir. IOC, içerik üreticilerinin temsilde cinsiyet dengesini değerlendirebilmeleri için yayınlanan içeriklerin sistematik biçimde izlenmesini, sayısal ve niteliksel analizlerle temsile dair farkındalık geliştirilmesini önerir. Ayrıca spor kurumlarının yayın hakları ve organizasyon planlamalarında kadın ve erkek sporculara eşit görünürlük sağlamayı hedefleyen politikalar geliştirmesi gerektiği vurgulanır. Bu öneriler, yalnızca medya organlarını değil; federasyonlar, yayıncı kuruluşlar ve içerik dağıtım ağları gibi tüm aktörleri kapsayan bir sorumluluk alanı tanımlar. Bölüm aynı zamanda editoryal kadroların ve medya çalışanlarının toplumsal cinsiyet eşitliği konularında eğitilmesi gerektiğine dikkat çeker. Bu sayede yalnızca içerik düzeyinde değil, içerik üretim süreçlerini yöneten yapıların kendisinde de dönüşüm sağlanması hedeflenir. Take an Action bölümü, temsil eşitliğinin kurumsal bir sorumluluk alanı olarak ele alınmasının ve bu alanın sadece iyi niyetli tercihlerin ötesinde, sürdürülebilir ve izlenebilir uygulamalarla desteklenmesinin gerekliliğini ortaya koyar.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında IOC’nin 2021–2024 Media Portrayal Guidelines belgesi, spor medyasında cinsiyet temsiline ilişkin yapısal eşitsizlikleri dönüştürmeye yönelik bütüncül bir çerçeve sunmaktadır. Belge, yalnızca sorunun tanımına ve farkındalık yaratmaya odaklanmakla kalmayıp; bu farkındalığı, içerik üretim süreçlerine doğrudan müdahale eden ilkelerle desteklemesi bakımından dikkate değerdir. Temsilin yalnızca niceliksel görünürlükle değil, niteliksel eşitlikle birlikte düşünülmesi gerektiğini vurgulayan bu yapı, spor medyasının hem söylemsel hem de kurumsal düzeyde yeniden inşa edilmesi yönünde somut adımlar önermektedir. Ancak bu ilkelerin gerçek bir dönüşüme evrilebilmesi, yalnızca uluslararası yönlendirmelerle sınırlı kalmaksızın, ulusal ve yerel medya kuruluşlarının da bu yönergeleri benimseyerek bağlamsal uyarlamalarla uygulamaya geçmesiyle mümkün olacaktır. IOC belgesi bu anlamda, temsil eşitliği konusunda hem içerik üreticilerine hem de politika yapıcılara rehberlik edebilecek örnek teşkil eden bir araç niteliğindedir. Bu aracı etkin kılacak olan ise, belgenin içerdiği ilkelerin medya alanında etik bir sorumluluk ve yapısal zorunluluk olarak kabul görmesini sağlamak olacaktır.

Kaynak:

International Olympic Committee. (2021). Portrayal guidelines: For gender-balanced and fair representation of athletes and sports. Athlete365. https://olympics.com/athlete365/app/uploads/2021/09/IOC-Portrayal-Guidelines.pdf

 Bu proje Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla FemSport’a aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir