Karate’nin genç yeteneklerinden Fatma Naz Yenen Dünya Oyunları’nda madalya hedefliyor.
Henüz 23 yaşında olmasına rağmen kariyerinde dünya ikinciliği, Avrupa üçüncülüğü gibi büyük başarılar bulunduran Fatma Naz Dünya Oyunları’na hazırlanıyor. Geçtiğimiz ay talihsiz bir sakatlık yaşa da milli karatecinin hedefi kürsüde yer almak.
Fatma Naz Yenen ile kariyerine başlama hikayesini, Dünya Oyunlarını ve gelecekteki hedeflerini konuştuk.

Öncelikle seni biraz tanıyarak başlamak istiyorum. Spora nasıl başlama hikayen nedir?
Spora başlama hikayemin en başında iki tane ablam var. Ben iki yaşındayken misafirlikte bir hoca onlar için aileme karateye başlasınlar diyor. Sonra annem de o spor salonunda çalışmaya başlıyor. Bu yüzden ben de iki yaşından beri tataminin içindeyim. İki ablam da gayet iyi başarılar almış sporcular. Onların izinden giderek, 7 yaşında ben de karateye başladım. Türkiye şampiyonluğunun yanı sıra gençlerde Avrupa ve Balkan şampiyonluklarım var. 2023 yılında Türkiye şampiyonu oldum. Sonra Budapeşte’de Dünya Şampiyonası’na katıldım. Orada 61 kiloda finale çıkarak 22 yaşında dünya ikincisi oldum. Finalde olimpiyat üçüncüsü bir rakibime kaybettim. Daha sonra 2024 yılında da Avrupa üçüncüsü oldum. Şimdi önümüzde Dünya Oyunları var. Ağustos ayında yola çıkacağız inşallah. Ona hazırlanıyorum. Dünya Oyunları’nda da ilk defa yarışacağım ve bu bizim için önemli bir turnuva. Çünkü 4 senede bir yapılıyor ve karate olimpiyatlarda yer almadığı için bu tür özel oyunlar bizim için çok önem arz ediyor. Burada da her kategoride dünyanın en iyi 8 sporcusu yarışıyor. Ben de 2 sene önce dünya derecemle oyunlar için kotamı almıştım.
“Beraber Çok Güzel Başarılarımız Oldu”
Önümüzdeki turnuvalara geleceğim ama ondan önce şunu sormak istiyorum. İİki ablan da karateciymiş. Sporcu bir ailede büyümüşsün. Bunun senin için önemi nedir? Sana bir avantajı oldu mu?
Ablam 12 yaşında milli takıma giriyor. Şu an 34 yaşında ve bir anne ama hala aktif olarak milli takımda devam ediyor. Biz onunla hem kardeşiz hem de antrenman partneriyiz. Diğer ablam üniversite döneminde sporculuğuna son verse de şu anda işitme engelliler karate branşında antrenörlük yapıyor ve çok başarılı sporcuları var. Yaklaşık 4 sporcusu İşitme Engelliler Olimpiyatları’nda yarışacak. İkisinin de sporcu olması ve başarılı işler yapması benim için büyük avantaj oldu. Büyük ablam 25 yaşında doğum yaptı ve doğumdan hemen spora dönerek Avrupa şampiyonu oldu. Ben o zamanlar 13-14 yaşlarındaydım ve kendime hep bir idol olarak görmeye başladım. Çünkü gerçekten bir kadının başarabileceği çok zor şeyler bunlar. Bir anne olup geri gelebilmek. Onlar gibi ben de kendimi sürekli geliştirerek kendi hayatımda hedefler koymaya başladım. Yapabileceklerimin sınırının olmadığını fark ettim ve kendimi hep geliştirmeye çalışarak başarı kazanmak istedim ve birlikte yol aldık. Çok şükür şu anda beraber de güzel başarılarımız var. Devam edecek inşallah.

Sen aslında çok genç yaşlarda başarılar elde etmeye başlamışsın. Dünya ikinciliği, Avrupa üçüncülüğü… Genç yaşında seni bu başarılara götüren faktör ne oldu?
Ben aslında dediğim gibi ben küçük yaşlardan itibaren karatenin içindeydim ve gerçekten hep severek yaptım. Bir gün olsun ‘of bırakacağım, yapmayacağım’ gibi bir düşüncem olmadı. Ama ümit, genç ve 21 yaş altı kategorileri bittiği sıralarda zaten belli başlı bir başarım vardı. Yani ülkedeki kendi kategorimdeki yeni jenerasyonlardan biriydim. Mental olarak çok zorlandığım dönemler oldu. Çünkü şöyle ki; bizim branşımızda başarı sadece kendi performansına bağlı bir şey değil, bizim dışımızda süreçleri etkileyen çok faktör olabiliyor… Fakat ben disiplinimle sürekli devam ettim, devam ettim ve kendimi adadım aslında. Adanmışlık olmadan zaten olmuyor. O disiplini sürdürmek için kendinizi adamanız gerekiyor ve dediğim gibi de zevk alıyorum. Antrenman yapmayı çok seviyorum. Bu işin içinde olmayı çok seviyorum. Çünkü burası benim ailem ve sevdiğim insanlarla, sevdiğim işi yapmak gerçekten ayrı güzel. Bir süre sonra biz de hedef koyduk, tarihi bir başarı alacağız, birlikte güzel bir şey başaracağız dedik. O zaman Avrupa Oyunları’ndan yeni gelmiştik. Sonra ben çalışmaya devam ettim ve Türkiye şampiyonu oldum. Sonra Premier Lig’e girdim. Orada bir final atarak aslında ismimi dünyaya duyurmaya başladım. Ardından Dünya Şampiyonası’na hem mental hem fiziksel olarak gerçekten çok hazırdık. Ablamla tek tek rakiplerimizi analiz edip, kağıtlara yazarak çalıştık. Rakiplerim benden daha tecrübeli, daha fazla derecesi olan, dünyaya kendini kanıtlamış insanlardı. Orada bir sürpriz yaptım ve finale kaldım. Benden bir saat sonra da ablam finale kaldı.
O kadar karmaşık duygular içine girdik ki, ben finale çıktım ama sevinemedim ablamı desteklemeye başladım. O da finale kalınca çok sevindik. 5 aydır odaklanıp hazırlandığımız şeyin sonucu gelince hem bir rahatlama, hem bir mutluluk, hem o hedefine ulaşmanın gururunu yaşadık. Anlatılmaz bir şeydir gerçekten. Özellikle iki kardeş olarak böyle bir başarı inanılmazdı. Finalde ben kaybettim. Sonra ablam birinci oldu. Böyle unutulmaz bir andı bizim için. Gerçekten çok zorluydu. Üzerinden iki yıl geçse bile hala sesim titreyerek anlatırım ya da gözlerim dolar. Çünkü o uzun süreç gerçekten insanı hem çok yoran hem de yıpratan bir süreç. Çok yoruluyorsun, pes etme noktasına geliyorsun, biri seni kaldırıyor, devam ediyorsun ya da ablan pes etme noktasına geliyor. Ama hep birbirimize destek olduk, sırt sırta verdik ve orada bir gümüş, bir altın madalyayla evimize döndük.
İnsanın en yakınında onu destekleyecek, anlayacak birinin olması ne kadar önemli aslında.
Çok şanslıyım bu konuda. Mesela benim eski sporcu arkadaşlarım bu ortamı oluşturamadığı için ne kadar çok isteseler bile belli bir yere gelebiliyorlar. Ama benim şanslı olduğum bir konu ablam dışında kulübüm de aile ortamı olması. Antrenörüm beni 2 yaşından beri tanır. Elinde büyüdüm diyebilirim. Ablam, yaşadığı tüm tecrübeleri bana aktarıyor, her adımımda bana yardımcı oluyor. O yüzden bu konuda çok şanslıyım.

Olimpiyat Oyunları’nda olmayan spor disiplinlerinin yer aldığı Dünya Oyunları, özellikle 2020 Tokyo Olimpiyatları’dan sonra Oyunlardan çıkarılan Karate için en önemli spor organizasyonlarından birisi haline geldi. Dünya Oyunları bu sene 17-27 Ağustos tarihleri arasında Çin’in Chengdu kentinin ev sahipliğinde düzenlenecek.
“Hedefim Kürsüye Çıkmak”
Az önce de bahsettiğin gibi önümüzde Dünya Oyunları var. Aslında karate Olimpiyatlardan çıktıktan sonra sanırım bu Dünya Oyunları sizin için çok daha önemli bir noktaya geldi diye düşünüyorum. Bunun öneminden biraz sen de bahsetmek ister misin? Şu an nasıl hazırlanıyorsun? Hedeflerin neler?
Dünya Oyunları, tam karatenin olimpiyattan çıktığı dönemde Amerika’da düzenlenmişti, 2022 yılında. Ancak vize sorunları nedeniyle, benden önce bu hakkı kazanan Merve Çoban—ki kendisi ablam gibidir— katılma hakkı elde etmesine rağmen yarışmaya katılamamıştı. Şimdi oyunlar Çin’de yapılacak. Dört yılda bir düzenleniyor ve her kategoride dünyanın en iyi sekiz sporcusu davet ediliyor. Sporcular, ikişerli gruplar halinde dövüşerek yarı finale yükseliyor. Yarı finalde kaybedenler üçüncülük maçı yapıyor, yani bu turnuvada üçüncülük derecesi de var. Bu organizasyonun kalitesi ve önemi çok yüksek. Avrupa Oyunları sadece Avrupa kıtasıyla sınırlı, Akdeniz Oyunları da yalnızca Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri kapsıyor. Ama Dünya Oyunları’nda Amerika’dan, Asya’dan, dünyanın her yerinden en iyiler yarışıyor. Bu yüzden hem prestij açısından hem de kariyer anlamında çok özel bir turnuva. Dört yılda bir düzenlenmesi ve kota almanın zorluğu da bu önemi artırıyor. Gerçekten çok iyi olan bazı sporcu arkadaşlarımız bile kota alamadı.
Ben de bir ay önce üzücü bir sakatlık yaşadım; turnuva sırasında burnum iki yerinden kırıldı ve yaklaşık bir ay evde dinlenmek zorunda kaldım. Şu an hedefim: çok çalışmak, kürsüye çıkmak, geri dönmek ve burada en iyi sekiz kişi arasında değil, en iyi üçte, hatta finalde yer aldığımı herkese göstermek. Bunu başarabileceğimize inanıyorum çünkü çok sıkı bir tempoyla çalışıyoruz. Dünya Oyunları’ndan sonra Dünya Şampiyonası da var. Bu turnuva orası için de önemli bir adım. Kendini Dünya Oyunları şampiyonu ya da madalya sahibi olarak göstermek, orada yarışırken büyük avantaj sağlar. En iyi sekiz arasında yer alıp kendimi en iyi şekilde kanıtlamak istiyorum.
“Olimpik Bir Sporcu Hatta Olimpiyat Madalyalı Bir Sporcu Olabilirdim”
Bir de şunu merak ediyorum. Karate, Türkiye’nin en başarılı olduğu branşlardan biri aslında. Olimpiyatlara çok önemli başarılar alındı ama sonra çıkartıldı. Bu durum sporcular üzerinde nasıl bir etki yarattı? Motivasyon kaybına mı yol açtı, yoksa hedefleriniz farklı bir yöne mi evrildi?
Yani, bizim için gerçekten çok üzücü oldu. Eğer 2024 Olimpiyatları’nda karate yer alsaydı, şu an karşınızda olimpiyatlara katılmış, hatta belki de madalya almış biri olarak durabilirdim. Aynı şekilde 2028’de de yer almak isterdim. Ama Tokyo Olimpiyatları’nda bazı olaylar yaşandı. Örneğin hakem hatasından dolayı bir sporcu diskalifiye oldu, sakatlanan diğer sporcu birinci ilan edildi. Bu yüzden, hakem kararlarının belirleyici olmasını istemeyen olimpiyat komitesi, 2024’te karateye yer vermedi. Fransa’da olimpiyat şampiyonu olan bir sporcu vardı, bizim bir sporcumuz da ona ikinci olmuştu ama buna rağmen Fransa bile bu konuda destek vermedi. Yani tamamen kapalı bir kapı oldu bizim için. İleride tekrar olimpiyatlara dahil edilebiliriz ama bu belirsizlik, moralimizi çok bozuyor. Biz de o heyecanı yaşamak istiyoruz. Bizden önceki nesillerin olimpiyat sürecini anlatırken yaşadıkları o duyguları duydukça “Keşke biz de yaşayabilseydik,” diyoruz. Ama önümüzde Avrupa Oyunları, İstanbul’da yapılacak Akdeniz Oyunları, İslam Oyunları gibi büyük organizasyonlar var. Bunlar da yarı olimpik sayıldığı için aslında bizim için çok önemli. Artık en üst seviye hedeflerimiz bunlar. Dünya şampiyonalarına da aynı şekilde hazırlanıyoruz.
Yine de, “Keşke olimpiyatlarda olsaydık,” demeden edemiyoruz. Şu anda olimpik branşları takip ediyoruz; tüm ülke sabahlara kadar izliyor, gurur duyuyor. O tutkuyu biz de yaşamak isterdik. Gidemesek bile, o sürecin içinde olmak isterdik. Tokyo Olimpiyatları’nda Türkiye’nin en başarılı branşı bizdik. En çok madalyayı biz aldık ve daha fazlasını da alabilirdik. Bazı sikletlerde birleşmeler oldu. Olmasaydı, daha çok sporcu ile gidip daha fazla madalya alınabilirdi. O dönemki sporcular bizim için hâlâ efsane. Biz de onların izinden devam etmeye çalışıyoruz. İnşallah biz de bir gün bu duyguyu tadarız.

“Bu Başarı Tesadüf Değil”
Karate, Türkiye’de gerçekten çok başarılı bir branş. Özellikle son yıllarda birçok madalya kazanılıyor. Olimpiyatları da madalyalarla kapattık. Aslında senin de dediğin gibi eğer bazı talihsizlikler yaşanmasaydı ya da farklı kategoriler eklenmiş olsaydı, daha da büyük başarılar mümkün olabilirdi. Bu başarının sırrı ne sence? Doğru yatırımlar mı yapılıyor? Üst üste gelen bu sistematik başarıyı sağlayan şeyler neler?
Evet, bu başarı kesinlikle bir tesadüf değil. Sürekli aktif kalan bir sistem var. Örneğin şu anki federasyon döneminde Türkiye Premier Ligleri kuruldu. Beş etaplı bir sistem ve ilk 32 formatı getirildi. Bu sistemle birlikte artık sadece birinci olan değil, onun arkasından gelen ikinci ve üçüncü de belirleniyor ve onlar da aktif bir şekilde tecrübe kazanarak ilerliyor. Yani sistem sürekli aktif tutuyor ve bu çok kıymetli. Milli takıma girmek ise gerçekten çok zor. İlk olarak Türkiye Şampiyonası’nda 40–60 kişi arasında yarışıyoruz. Oradan ilk beşe girmen gerekiyor. Hemen ardından, bu ilk beş kişi kendi aralarında milli takım seçmelerine giriyor ve kazanan belirlenene kadar maç yapılıyor. Ben hatırlıyorum, bir gün öğlen 2’de salona girip akşam 9.30’da çıktım. O gün 14 maç yaptığımı hatırlıyorum. Bu şekilde tecrübeyle, azimle, isteyerek ve emek vererek ilerliyoruz.
Bir de şu farkı görüyorum: Sadece milli takıma girmek artık hedef değil. Genç arkadaşlarımda da bunu gözlemliyorum. İnsanlar artık Avrupa şampiyonu, dünya şampiyonu olmayı hedefliyor. Bu vizyon da başarıyı getiriyor. Ülkenin bu konuda gerçekten büyük bir vizyonu var. Mesela benden önce Merve Çoban vardı. Benim için çok kıymetli, manevi ablam gibidir. Şu anda bizim kulüpte antrenörlük yapıyor. Benim kilomda yarışıyordu ve onun bana bıraktığı bayrağı devralarak başarılara devam etmek istiyorum. Bu tür bir altyapı oluşturmak gerçekten çok önemli. Ve biz bu konuda bence gayet iyi ilerliyoruz. Türklerde o hırs, o başarma arzusu çok yüksek. Kendimizi adayarak yaptığımız için farkımız daha çok ortaya çıkıyor. Küçük bir örnek vereyim: Bizim kulübümüz, Kağıtspor, şu an Türkiye’nin belki de dünyanın en iyi kulüplerinden biri. Haftanın altı günü antrenman yapıyoruz. Sürekli aktif bir tempodayız. Benim kilomda yarışan 2-3 arkadaşım daha var, onlar da çok sıkı çalışıyorlar. Yani federasyondaki sistemin bir benzeri kulübe de yansımış durumda. Ve bu sistem sayesinde bu yılın iki Avrupa şampiyonu bizim kulübümüzden çıktı. Aktif olarak derece yapan sporcular da yine bizim kulübümüzden. Kısacası hem kulüp, hem federasyon sistemi tecrübeyle ve devamlılıkla birleşince başarı da kendiliğinden geliyor. Bu sistemin sonuçlarını şu an net bir şekilde görüyoruz.